GORA’nın Gerçek Filmi: Acaba Türkiye bizi hatırlıyor mu?

Seyfettin Haruni

Cem Yılmaz’ın G.O.R.A’sını izlemeyenimiz olabilir; duymayanımız ise azdır sanırım. O  G.O.R.A işte, bu Gora’dır; benim sizlere anlatacağım Gora…

Şar Dağları’nın eteklerinde yaşayan on beş bin kadar Goralı’nın varlığından tesadüfen haberi oldu Cem Yılmaz’ın. NATO Barış Gücü’ndeki Türk askerlerine yönelik düzenlenen moral gecesinde komedi gösterisi yapmak üzere Kosova’ya giden ünlü şovmen, Goralılar hakkında edindiği bilgiden oldukça etkilenmiş ve senaryosunu yazdığı ilk filmin adını ‘G.O.R.A’ olarak düşünmüş. Fakültede okuduğum yıllarda bunların Türk medyasına yansıdığını, hatta adını unuttuğum bir haber portalının “Cem Yılmaz’ın 2004 yapımı  filmi G.O.R.A adını bir sandviç türünden değil Kosova’daki Gora Türklerinden aldı” haberini okuduğumda, hafif gülümseyip derin bir nostalji hissettiğimi dün gibi hatırlıyorum. Derin bir ah çektim!… Bilmezler ki Goralı diye bilinen sandviçin hikâyesinin de aslında çok farklı olmadığını, Türkiye’de o meşhur sandviçin de asıl memleketinin Gora’mızın olduğunu…

Gora, Prizren şehrinin güneyinden Kosova’nın güneybatı ucuna kadar uzanan dağlık bir bölgenin adıdır. Prizren iline bağlı Dragaş ilçe merkezi ve on dokuz köyden oluşur. Kosova’nın en dağlık, en engebeli, boydan boya ormanlarla kaplı en yeşil bölgesi Gora. Yılan gibi kıvrılarak yükselen dağ yollarıyla ulaşılan köyleri Kosova’nın en güzel köyleridir. Şarıl şarıl akan dereleri, soğuk ve tatlı sularıyla pınarları, kışın kayak için elverişli dağları, baharda tüm cazibesiyle insanı kendine çeken vadilerin yamaçlarında kurulmuş ve yeşillikler içinde kaybolmuş şirin köyleri, Gora’nın havasını teneffüs edenlerin üzerinde unutulmaz tesirler meydana getirir. Yöre halkının kendine özgü yaşam tarzı, Gora’yı ziyaret edenlere adeta Balkanlardaki Anadolu’yu hatırlatır. Asırlardır özgünlüğünü yitirmeyen bu canlı kültür, kendisini ziyaret eden Avrupalı’yı şaşkınlık içinde mest eder.

Goralı, Slavca’da “dağlı”, “ulu dağlı” anlamına gelir. Prizren’de ikamet eden ve Goralı olan Melâmî şeyhi Abdullah Rahte’ye göre Gora, eski Türkçe’de dağ anlamına gelen “Tura”dan türemiştir. Kosova’nın, Arnavutluk ve Makedonya topraklarıyla kesiştiği bölgenin yerel halkı, Goralılar olarak adlandırılır. Etnik aidiyetleri tartışılan Gora halkı, birçok devlet ve kültür arasında paylaşılamamaktadır.

Goralılar, genel olarak Sırpça, Boşnakça, Türkçe, Makedonca ve komşu ülkelerin karışımı olan dillerini “Goranca” olarak adlandırırlar. Goranca’da üç bin kadar Türkçe kelime vardır. Kimi belgelere göre Goralılar, Balkanlar’a yerleşen Kuman-Peçenek Türkleri’nin torunlarıdır. Doğru olup olmadığını bilemediğim bu tez, belki de ileride arşivlerden çıkacak yeni bilgiler sayesinde netleşecektir. Fakat kesin olarak bildiğim şey, Goralılar’ın Türkiye’yi çok sevdiğidir. Öyle inanıyorum ki bunun altında, Osmanlılar’ın bölgede yaptığı hizmet, gösterdiği adalet ve hoşgörü yatıyor. Goralılar bu sebeple Osmanlı Devleti’ne gönülden bağlanmıştı. Osmanlılar Balkanlar’dan çekildikten sonra dahi (1912) bu sevgi yok olmamıştı. Nitekim Goralılar gönüllü olarak Çanakkale savaşına katılmışlar ve Türklerle birlikte omuz omuza düşmana karşı savaşmışlardır. Halife’nin cihat çağrısına kayıtsız kalmayan halkımız,  Kosova camilerinde yapılan vaazlarla ayağa kalkarak Türk topraklarına göz diken düşmana karşı koymak üzere Anadolu’ya akın etmiştir. Sakarya Üniversitesi Öğretim Üyesi Ebubekir Sofoğlu’na göre, Çanakkale savaşına Kosova’dan sekiz tabur katılmıştır. Bu taburlardan birisini, yaklaşık 400-500 kişi ile Goralılar teşkil etmiştir. Gidenlerin önemli bir kısmı da savaş meydanında şehit düşmüştür: Nitekim savaş sonrasında Gora’nın sadece Zli Potok köyünde 70 kadının dul kaldığını köydeki yaşlı insanlardan öğrenmiştim. Bu savaşa ait acıklı hikâyeler bugün hâlâ şehitlerin torunlarının ağızlarında… Onlardan birisi de Enser Hodza…

Yüzyıldır geçmişin özlemini çekiyor Goralılar. Onları Cem Yılmaz’ın filmi bile heyecanlandırıyor. Gerçek hikâyelerini anlatmasan da, sağ olasın Yılmaz, hiç olmazsa adını gündeme getirdin! İnşallah bir başka filminle gerçek hikâyesini anlatırsın Gora’nın! Osmanlı çekildikten sonra çektiği acıları, pençesine düştüğü fakirliği, itilmişliği, asimilasyonu ve dramatik göç sahnelerini… Âlicenap, çalışkan, misafirperver, vefalı ve Türkiye sevdalısı bu halkın akrebin kıskacında yoğrulan kaderini!  Cem Yılmaz’ın filmiyle tam olarak sevinemesek de, Çanakkale şehitlerinin torunlarından yukarıda adı zikredilen Enser Hodza’nın yazdığı şiirlerle Goralılar, Türkiye sevdasını, Çanakkale’yi bir kez daha hatırladılar.

Enser Hodza Gora’nın yetiştirdiği nadir kalemlerden birisi. Şair, yazar ve bir Türkiye sevdalısı. 1976 doğumlu. Gora-Restelitsa köyünden. 2014 yılında ilk şiir kitabını, akabinde ilk öykü kitabını yazmış, kısa süre içerisinde adından söz ettirmiştir. O da Çanakkale destanı hikâyeleriyle yetişmiş çok sevdiği Gora’da. Ancak zor ekonomik şartlar onu da yuvasından etti, bizleri ettiği gibi. İsviçre’de yaşıyor şu anda. Türkiye’ye hiç gelmedi, ama Türkiye’mizi vatan biliyor. Gönül bağı bağların en kuvvetlisidir muhakkak. Bir Goralı olarak, Türkiye hakkında yazdığı şiirlerini Türkçe’ye tercüme etmek benim için bir onur vesilesi oldu. Şimdi, gelin hep birlikte, şairimizin sözlerine kulak verelim…

Türkiye de Gora’yı gerçek anlamda hatırlar mı acaba!

 

ÇANAKKALE ŞEHİTLERİ

Niyet etmiş toplaşıyor müminler,

Hazırlanıyor muharebeye mücahitler.

Gidecekler uzaklara, çok uzaklara,

Kalplerinin derinliklerinde kocaman iki yara;

Din derdi, âh ki her yerden saldırmakta düşman,

Ve memleket derdi, parçalan ey kalbim parçalan!

 

Yüreklerinde hüzün ve kaygı;

Ağlıyor yavrular, gencecik fidanlar,

Ve onların nâzenin kadınları,

Çıkarmışlar telli pullu gelinliklerini,

Atmışlar İstanbulî esvaplarını,

Üzerlerinde artık sadece paçavralar,

Ellerinde ise çoban asâsı.

 

Analar ve babalar; alınlarında geçmişin ağır izleri,

Kahır dolu bir ânın korkusuyla dolmuş gözleri.

Analar ki görmediler kederden gayrısını,

Ve babalar, hep gömdüler acılarını.

Bir parçası da kaygılarının,

Sahipsiz kalacak hayvanları.

 

Gözyaşlarına dualar ve kasideler karışmış,

Mekânda Allahu ekber nîdâları yankılanmış,

Geldi meşakkatli yolculuğun vakti, şimdi hareket,

Bir bir yola düştüler, yolcu yolunda gerek!

 

Karar verdi müminler artık, azmetti,

Sağlam karar alacak kıvamdaydı yürekleri.

Din ve vatan nasıl savunulur

İyi biliyordu gaziler, kahramanlar,

Onlar ki sağlam mı sağlam müslümanlar – Goralılar!

 

Allah’ın mucizesi arılar bilir,

Ana arıyı nasıl savunmak gerekir.

Yoksa kara günler geliverir,

Kovanın tüm sakinlerinin ömrü,

Anayla beraber öylece bitiverir.

 

Şar Dağları’nda açar yiğitler gözlerini,

Heybetle durur, ihsan nuruyla nurlanır yüzleri.

Kardeşine kara gün dostu olur, yürür düşman üzerine,

Bir çağrı yeter onlar için, düşünmez iki kere;

Din uğruna ölmek gerek, varsın bozulsun rahatımız,

Önce ümmet gelir, daha sonra hayatımız.

 

İlerler emin adımlarla, kanları kaynar,

Demirden güçlü ellerinde bayraklar, gaziler sel gibi akar.

Zorla gitmez hiç biri, niyetleri sonuna kadar halistir,

Onları götüren, sarsılmaz imanları ve yüce dinleridir.

 

Asıl olanın kıymetini bilen, dertli kafalar,

Hayatlarını kurban, dine hediye sayarlar.

Sağlam iradeler, ilim nuruyla nurlanmış ruhlar,

Düşerken yere, yükselirler ulu mertebelere.

Sorgusuz sualsiz Allaha teslim olmak sadece,

Var mıdır dünyada bundan yüksek derece?

 

Yanar denizler, dalgalar mezarları,

Akar Çanakkale şehitlerinin kanları.

Yüzleri mütebessim, sevinirler,

Sükûnetle ruhlarını teslim eder, Rablerine dönerler.

Dünyaya bir daha dönüp din uğruna şehit olmak için,

Allah’a dua ve niyaz ederler.

 

Çok zor bir savaştı bu, çetin,

Geriye dönmek yok, hep ileri, sonuna kadar,

Böylesini tarih nadir hatırlar.

Ya hep ya hiç, tereddütsüz gayret,

Yolun sonunda, ya zafer ya da şehadet.

Mümin için nimettir her ikisi,

Onlar müminin iki kısmeti.

 

Enser Hodza

Tercüme ve Uyarlama:

Seyfettin Haruni

 

ŞEHİT

Nehrin uğultusu var sadece,

Haber adına bir şey yok…

Kalbinde büyük bir dert annenin,

Oğlundan hiç bir haber yok…

Uzaklardan gelecek evladını, gazisini bekler,

Restelitsa nehrinde ağıt yakıp dua eder.

Düğün için evladına hazırladığı beyaz örtüyü,

Nehirde yıkayıp ağartır,

Acıklı sesi, nehrin uğultusuna karışır…

 

Yanıp tutuşur evlat hasretiyle,

Oğlunun haberini bekler, sabreder,

Temiz örtüyü yıkar, bir daha yıkar,

Günler geçer, lâkin umudunu kesmez:

Gelir belki, vakit hele bir ilerlesin,

Belki de şehit olur, inşaallah, kim bilir!

Günler ise bulutlar gibi,

Hafif mi hafif, seyyahlar misali…

 

Sular aktı nehirden,

Çarçabuk geçti zaman,

Bir haber gelmedi oğlundan.

Annenin yüreğinde ukde kaldı,

Canı yandı…

Göremez oldu gözyaşlarından,

Ruhunu teslim etti,

Bakarak bir haber gelir mi diye kapıdan.

 

Herkes duydu son nefeste feryadını,

Azrail’e teslim ederken ruhunu:

“…Canım oğlum! Düzlükte öylece yatar,

Bir damla suyun hasretiyle yanar!”

Belki de Allah merhamet etti,

Son bir kez oğlunu gösterdi,

Çanakkale’nin tepelerinde,

Yaralı yatarken, öylece kanlar içinde.

 

Onunla beraber umudu uçup gitti,

Son ana kadar kaybetmediği,

Öteki dünyada huzur bulur inşaallah,

Canı yanmış ana yüreği…

 

Enser Hodza

Tercüme ve Uyarlama:

Seyfettin Haruni

 

TÜRKİYE ANA

 

Anneden çocuğu koparan,

O bedbaht gün geldiğinde,

Unutur mu sandın evladını?

Annedir o yine, anne…

Annenin yarasıdır o, kolay kapanmaz,

Üzerinde beş yüz yılın acısı, dinmez.

 

Sen gittin, biz vatan için kaldık,

Acılar ve kederlerle, kadere göğüs gerdik,

Allah’tan başka kimsenin,

Ama kimsenin önünde eğilmedik,

Fatih Sultan’ın bize bıraktığını,

Aklımız ve kalbimizle emanet bildik!

 

Türkülerle meseleler,

Unutulmasın diye anlatılmış hep hikâyeler,

Evlatlarının en yiğitlerini,

Gora’nın nereye gönderdiğini…

Gönderdi, evlatları yolu şaşırmasın diye,

İyi günde kötü günde,

Bilsin, annesi kimdir, nerededir,

Bilsin, derman kimden istenir…

Elbet Türkiye Ana bizleri unutmaz,

Evvel Allah katillerin merhametine bırakmaz!

 

Çanakkale şehitleri,

Türkiye’nin emaneti,

Belki onların duası,

Yedi semayı geçti, arşa ulaştı…

Anamızın, önderleri oldu,

Sultanları, paşaları, başkanları doğdu.

İnsanların hizmetine verdi onları,

Efendileri değil, hizmetkârları oldu.

 

“Yetim kaldık” diyenler,

Kendilerine yalan söylerler,

Bizim Anamız sağdır, diridir,

Derdimize derman olmaya hep hazırdır.

Kulak verin sözlerime, diyelim hep birlikte,

Elhamdülillah… Teşekkürler Türkiye!

Enser Hodza

Tercüme ve Uyarlama:

Seyfettin Haruni

 

TÜRKİYE

Söz söyleyecek takatin var hâlâ,

Ümmetin derdine derman olmak için,

Ruhun genç, güçlüsün hâlâ,

Kapın açık duruyor, fakir fukaraya.

Suriye acısını çekiyorsun,

Filistin’in derdiyle dertleniyorsun…

 

Kanla kaplıyken de hilâlin parlıyor,

Yıldızın Sabahyıldızı gibi,

Ye’se kapılanların umudunu yeşertiyor.

Her yerden saldırıyorlar, sen ise daha kuvvetlisin,

Daha modern, güçsüzlere daha cömertsin.

Senin gelişmen korku saldı düşmana,

Korkuyorlar, korkunun ecele faydası yok oysa.

 

Senin milletinin onuru var,

Vatan nedir iyi bilir,

Bil ki, seni kendisine tercih eder,

Bilir, kimin önünde boyun eğilir.

Korku elbet yıldıramaz onları,

Onlar korkusuz Osmanlı torunları!

 

Büyüktür dertlerin,

Düşman içeriden ve dışarıdan,

İkiyüzlüdür dost bildiklerin,

Dağlardan, denizlerden,

Haramîler her yerden…

Bu zor imtihanda,

Allah olsun yanında!

 

Enser Hodza

Tercüme ve Uyarlama:

Seyfettin Haruni

tr_TRTürkçe